Gerçek Ötesi Zamanlar

Gerçek Ötesi Zamanlar

“21. yüzyılın cahilleri, okuma yazma bilmeyenler değil; öğrenemeyenler, öğrendiklerini unutamayanlar ve yeniden öğrenemeyenler olacaktır” Alvin Toffler

 

Gerçek Ötesi Zamanlar

Eric Hobsbawm, 20. yüzyıl tarihini Tuhaf Zamanlar başlıklı kitabında yorumlarken bu yüzyılı diğer yüzyıllardan ayıran en önemli izler için dünya savaşlarına, siyasal devrimlere, imparatorluklardan ulus devletlere geçişlere, kültürel alt üst oluşlara ve toplumsal çatışmalara referans verir. Bu referansların yanı sıra iktisadi düzenler ve düzensizlikler ve tüm bunların etrafında oluşan modern kültürel bir hayat içerisinde yaşamın nasıl sürdürüldüğüne dikkat çeker. “Tuhaf Zamanlar”dan alınacak ilham ile 21. yüzyılın akışı için “Gerçek Ötesi Zamanlar” önermesi yapılabilir. Bu önermenin izlerini de popülist söylemlerin artışında, milliyetçilik ideolojisinin yükselişinde ve belki de en önemlisi bilime ve bilim adamına duyulan saygının azalması örnekleri üzerinden takip edebiliriz. Bu takip için başlangıç noktasını 3 Nisan 2017 tarihli “Is Truth Dead?” başlıklı Time Dergisi olarak belirleyebiliriz. İçeriğinde ABD başkanı Trump ile yapılan bir röportaj ve bu röportaja ilişkin değerlendirmeler yer alan ve kapağında okuyucuya “Gerçek Öldü Mü?” sorusunu yönelten bir dergi bize bu konuda başka neler düşündürebilir ki?

İngilizce “truth” kelimesinin dilimizdeki karşılığı için genellikle olgu, gerçek ve hakikat kavramları kullanılır. Halbuki bu kelimelerin İngilizcedeki karşılığı sırasıyla fact, true ve real kavramlarıdır. Türk Dil Kurumu Güncel Sözlüğü’nde olgu kelimesi varlığı deneyle kanıtlanmış şey; hakikat kelimesi ise gerçek olarak karşılık bulmaktadır. Gerçek kelimesine baktığımızda ise bu kelimenin isim olarak kullanımının yalan olmayan, doğru olan şey yani hakikat anlamına karşılık geldiği görülmektedir. Gerçek kelimesini bir sıfat olarak ele aldığımızda sözlükteki anlamı “düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan” felsefi anlamını içermektedir. İngilizcedeki post ön eki ise bir edat olarak bir olay ya da vakadan sonra gerçekleşen anlamında kullanılmaktadır. Bu edat aynı zamanda önüne geldiği kavramın artık önemsiz ya da gereksiz kabul edildiği bir zamana ait olduğunu da belirtmektedir. Bu çerçevede 2016 yılında Oxford sözlüğüne sıfat olarak giren ve son birkaç yıldır medya ve alan yazında karşımıza çıkan post-truth kavramı ile “gerçeklik sonrası”, “hakikat ötesi”, “hakikat sonrası”, “post gerçeklik”, “gerçek aşırı”, “post olgusal”, “gerçek ötesi”, “gerçek sonrası” ve “gerçek üstü” gibi ifadelere rastlanmaktadır. Bu ifadelerin hemen hepsi İngilizcedeki fake news kelimesi ile ilintilidir. Türkçeye sahte haber olarak çevirebileceğimiz bu ifade Oxford sözlüğünde web sitelerinde yer alan sahte/üretilmiş içerik olarak karşılık bulmaktadır.

Sahte ya da üretilmiş içeriklere gerek tarihçiler olarak gerek tarih yazımı açısından zaten aşina olduğumuzu söylemeliyiz. Bir diğer ifadeyle kavrama yabancı olsak da meselenin tarihçilik açısından yeni olmadığını biliyoruz. Yani post-truth kavramı tarihyazımı açısından yeni bir kavram değil. Bugün olduğu gibi geçmişte de pek çok zaman gerçek ötesi dönemler yaşandı. Örneğin; 6. yüzyılda yaşamış Bizanslı tarihçi Prokopius, resmi tarih yazımıyla İmparator Justinianous’un dikkatini çekmeyi başardıktan sonra imparatorun saygınlığını lekelemek için Anektod olarak bilinen şüpheli bilgileri üretti ve kullandı. Pietro Aretino, 1522’deki papalık seçimlerini manipüle etmek için adaylar hakkında garip soneler kaleme aldı. (“Pasquinade” (taşlama) adı verilen bu soneler ve 17. yüzyıl “Canard”ları post truth döneme ilişkin esaslı malzemelerdir.) Yalan, politik propaganda ve manipulasyonla inşa edilen bu malzemelerin yarattığı etki halk içinde kraliçeye karşı patolojik bir nefret meydana getirdi. İnşa edilen bu kin kraliçenin 1793 Ekim ayında idam edilmesiyle sonuçlandı (Darnton, 2017).

Bu tarz yalan haberler ve yarı yanlış üretimler 18. yüzyılın Londra’sında da yükselişteydi. Halk, gazete ve haftalık dergiler kanalıyla manipüle edilirdi (Darnton, 2017). Ancak post-truth politikanın zirveye otuması 21. yüzyılın başında mümkün oldu. Bu konuda ABD başkanı Trump başı çekiyor gibi görünse de politikacıların söylemlerinde nesnel gerçeklerden ziyade kanaatlerin belirleyici olduğu ete kemiğe büründü. İşbu sürecin tahlili son derece güç olmakla birlikte konuyu demokrasi bağlamında ele aldığımızda dönüşümün sorunlu olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Bu konuda Konstantin Vasiyeti’nden tutun Abdülhamit’in Hatıra Defteri (1960)’ine; Hitler’in Günlükleri (Stern, 1983)’nden Cardiff Giant uydurmasına kadar tarih metinlerinden çekip çıkarabileceğimiz yığınla malzeme olduğunu söyleyebiliriz. Burada detaya girmek yerine şu sorular üzerinde düşünmenin daha anlamlı olduğunu düşünmekteyiz. Birincisi gerçeği gerçekten bilmek istiyor muyuz? Bu soruya yanıtımız evet ise ikinci soru o halde gerçeğe ulaşmak için ne yapmalıyız?

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 1996 yılında yayınladığı “Avrupa Tarihine ve Avrupa Tarihini Öğrenmeye İlişkin 1283 Sayılı Tavsiye Kararı”nda tarihin bireyler ve halklar arasında daha fazla anlayış, hoşgörü ve güvene katkıda bulunabileceği gibi, bir ayrılık, şiddet ve hoşgörüsüzlük gücü haline de gelebileceğine vurgu yapılmaktadır. Hatırlanacağı üzere Microsoft birkaç yıl önce uzun uğraşlar sonucunda yapay zekaya sahip bir sohbet botu geliştirmişti. TAY adı verilen bu bot ile Microsoft, Twitter hesabından bot ile bağlantıya geçecek kullanıcılar sayesinde bir yapay zekanın derin öğrenmesini nasıl gerçekleştirebildiğini test etmeği amaçlamıştı. TAY, 12 yaşındaki bir çocuğun zeka seviyesine sahip olacak şekilde tasarlanmıştı. Bot etkileşime açıldı. Ve 24 saat içinde apar topar kapatıldı. Bunun nedeni sizce ne olabilir? Açıkçası nedenini öğrendiğimizde biz çok etkilendik. Çünkü TAY, yaklaşık 12 saat içinde Twitter kullanıcılarından edindiği veri ile ırkçı, seksist ve küfürbaz bir bota dönüşmüştü. (Hunt, 2016). Bu vaka, bizi ilginç bir tespite götürdü. Tarih, teknoloji ve medyanın suistimali ile 12 yaşındaki bir çocuğu bir caniye dahi dönüştürebileceğimizi anlamış olduk. Nitekim bu vakanın gerçek hayattaki korkunç yansımasını Yeni Zelanda’daki bir terör saldırısında gördük (BBC News, 2019). Tarih, medya ve teknolojinin kesişim kümesinden kendince bir amaç edinen bir cani, onlarca masum insanı dünyanın gözleri önünde katletti. Katliam sırasında caninin kendi çektiği ve Facebook’ta canlı yayınladığı video aynı gün içinde yaklaşık üç milyon kişiye yayıldı.

Post-truth zamanlar, popülist ve milliyetçi söylemlerin arttığı; bilimsel bilginin yerine inanç ve kanaatlerin kabul gördüğü; bilim adamlarının yerini şarlatanların aldığı bir dönem olarak karşımıza çıkıyor. Bu kutuplaşmanın temelinde büyük bir veri kirliliği, çarpıtma, bozulma, dağılma ve yeniden kurma ilişkileri var. Dolayısıyla yeni yüzyıl aynı zamanda demokratik olarak doğru bilgi alma ihtiyacını karşılayacak doğrulama merkezlerine ihtiyaç duyulan bir dönem olarak da karşımıza çıkıyor. Hatta bu merkezlerin hangi prensiplerle çalışması gerektiği de Uluslararası Doğruluk Kontrolü Ağı tarafından takip ediliyor. Bu ağa bağlı üyeler, tarafsız olduğunu, hakkaniyetli davrandığını, kaynaklarının, finansal yapısının ve organizasyonunun şeffaf olduğunu, metodolojisinin herkese açık şekilde paylaşıldığını ve düzeltme politikasını yayınladığını ağın yönetim kuruluna ve bağımsız değerlendiriciye ispat etmekle mükellef (https://ifcncodeofprinciples.poynter.org/). Dünya Ekonomik Forumu’nun 2017 tarihli Küresel Risk Raporu’nda dikkat çektiği toplumsal problemlerden biri olan politik kutuplaşma ve milliyetçilik konularını da düşündüğümüzde gelecekte nasıl bir tablo ile karşılaşılacağı hususu tarihçinin gözünden kaçmaması gereken bir konu olarak ele alınmayı bekliyor. Eğitim alanında çalışan bilim insanları olarak yeni medyadaki dezenformasyon ile mücadele konusunu önemsiyoruz. Bu bağlamda 2018 yılını Oxford Sözlüğü’nün ifadesiyle zehir anlamına gelen ‘toxic’ kelimesi ile kapattık ve 2019 yılını da bu zehrin her alana verdiği zarar ile kapatacağımızı düşünüyoruz.

Esasında milenyumla birlikte inanılmaz bir bilgi bolluğunun içine girdik. Hatta bu yeni döneme bilgi çağı, çağın insanlarına da bilgi toplumu adını verdik. Bu bolluğun bizi yeni bir rönesansın içine soktuğunu bile söyleyebiliriz. Beklentimiz bu yeniden doğuşun tıpkı geçmişte olduğu gibi halk seviyesinde olumlu bir dönüşüm yaratması. Ancak sonuçlar arzu edilenden farklı. “Düşünüyorum öyleyse varım” anlayışından “inanıyorum öyleyse doğrudur” anlayışının bizi karanlığa sürüklediğine şahit oluyoruz. Geçmişten gelen referanslarla değerlendirdiğimizde bugün yaşanan bilgi kirliliğinin korkunç derecede sorunlu olduğunu söyleyebiliriz. Halbuki günümüzde bilgiye ulaşmak geçmişin aksine oldukça kolay, hızlı ve çoğu zaman bedava. Bunun örneklerini MIT, Yale Üniversitesi gibi kurumların herkese açık çevrimiçi derslerinden, yine çevrimiçi hakemli dergilerde yayınlanan makalelere kadar görebilmemiz mümkün. Hatta bugün bilim insanlarının kendi alanları konusunda Youtube üzerinden içerik ürettiklerine ve halkla doğrudan etkileşime geçmek istediklerine şahit oluyoruz ki geçmişte buna benzer bir deneyim belki de hiç olmadı. Ancak teknolojinin bu nimetlerinin pek de talep edilmediğini aksine manipulatif bilginin son derece hızlı tüketildiğini görüyoruz.

Bilim dünyasının da zaten kendi içinde problemleri olması ve belki de bir önceki yüzyılın ortalarından itibaren itibar kaybetmiş olması nedenleriyle itikat görmediğine şahit oluyoruz. Bu durumda ise meydan trollere ve onların temsilcilerine kalıyor elbette.  Konuya tarih disiplini çerçevesinde yaklaştığımızda ise post-truth meselesinin akademide neredeyse hiç tartışılmadığına şahit oluyoruz. Halbuki gerçek ötesi anlayışın hakikat arayışı için neden ve nasıl bir tehdit olduğunu; sosyal medya başta olmak üzere her türlü yayının bu anlayışın yayılmasında etken olduğunu net bir şekilde ortaya koyabilmek gerekiyor. Bununla birlikte kitlelerin olaylara gerçek-ötesi bir bakış açısı ile yaklaştığı bir dönemde “tarih neden ve nasıl öğretilmelidir” sorusuna bir cevap bulmanın mühim olduğunu düşünüyoruz. Bu noktada tarihçilik becerilerinden istifade edilmesinin ve öğrencilere bu becerilerin erken yaşlardan itibaren kazandırılmasının önemli olduğu tezini Gerçekte(n) Öyle Mi Olmuş? Post-Truth Zamanlarda Tarihin Temsili (2019) başlıklı çalışma ile dile getiriyoruz.  Böyle bir tezi öne sürmemizin bir nedeni de Alvin Toffler’in ifadesiyle “21. Yüzyılın cahillerinin, okuma yazma bilmeyenler değil; öğrenemeyenler, öğrendiklerini unutamayanlar ve yeniden öğrenemeyenler olacaktır” yorumundan kaynaklanıyor. Nitekim Toffler’in bu öngörüsünden yıllar sonra, sahte bilginin bugün doğru bilgi karşısında altı kat hızla yayıldığı gerçeği ile karşı karşıyayız. İnsanlar nesnel olanı değil duygusal olanı benimsiyor. Yığınlar bilimsel olana değil kanaatlere itimat ediyor! Okuma yazma oranlarındaki yükselişe rağmen eleştirel ve tarihsel düşünme oranlarında kayda değer bir araştırma göremiyoruz ve istisnaları dışında bu konunun okullarda doğrudan ele alınabileceğine ihtimal veremiyoruz. Bir araştırmaya göre bilimsel makalelerin sadece yüzde ’si gerçekten okunuyor. Singapur Üniversitesi’nden Asit K. Biswas ve Oxford Üniversitesinden Julian Kirchherr yaptıkları algoritmik araştırma sonuçları ise hakemli bir dergide yayımlanan ortalama bir makaleyi başından sonuna kadar okuyan kişi sayısının 10’u geçmediğini ortaya koyuyor. Bu cümle aslında en genel anlamda bize şunu söylüyor: Bilimsel olanla bilim dünyası dahi esasında kapsamlı olarak ilgilenmiyor! Belki de bu nedenle kimi organizasyonlara akademisyenler yerine aktörler, bilgi üretenler yerine popüler kimlikler icabet ediyor.

Biswas ve Kirchherr, dünyanın en yetenekli düşünürlerinin birçoğunun üniversite profesörü olduğuna dikkat çekiyor ve bunların çoğunun ne yazık ki bugünün kamuoyundaki tartışmaları şekillendiremediklerini ve politikaları etkileyemediklerini dile getiriyor (EJO, 2015). Bu bağlamda akademinin ve akademisyenin sorumluluklarını hatırlatarak tarih, teknoloji ve medya kullanımının ve bunların kesişiminden üretilen toplumsal inşa malzemelerinin güncel sorunlara ışık tutabilmesini ve bu kesişim kümesinden çıkabilecek örneklerin bugünün manipulatif dünyasındaki karmaşayı çözümleyebilmesini diliyoruz.  

 

Sibel Yalı

İstanbul, 2019

 

 

 

 

Kaynakça

Avrupa Konseyi (1996). Avrupa Tarihine ve Avrupa Tarihini Öğrenmeye İlişkin 1283 Sayılı Tavsiye Kararı. Erişim (01.08.2013) https://rm.coe.int/CoERMPublicCommonSearchServices/DisplayDCTMContent?documentId=09000016804a9208

BBC News (16.03.2019). Yeni Zelanda'daki cami saldırılarının zanlıları hakkında neler biliniyor? Erişim (16.03.2019)  https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-47583775

Birinci, A. (2005). Sultan Abdülhamid’in Hâtıra Defteri meselesi. DÎVÂN İlmî Araştırmalar sy. 19 s. 177-194. Erişim (15 Nisan 2013) https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/254481

Darton, R. (13.02.2017).  The True history of fake news. Erişim (13.02.2017) https://www.nybooks.com/daily/2017/02/13/the-true-history-of-fake-news/

Dünya Ekonomik Forumu Küresel Risk Raporu (2017). Erişim (01.01.2018) http://www3.weforum.org/docs/GRR17_Report_web.pdf

EJO (17.04.2015). Does Anyone Read Academic Papers? Erişim (01.06.2015) https://en.ejo.ch/ethics-quality/does-anyone-read-academic-papers-anymore

Hobsbawm, E. (2014). Tuhaf Zamanlar. İletişim: İstanbul.

Hunt, E. (24.03.2016). Microsoft's AI chatbot has been shut down after Twitter users taught it to be racist. Business Insider. Erişim (24.03.2016) https://www.businessinsider.com/microsofts-tay-has-been-shut-down-after-it-became-racist-2016-3

Şimşek, A. ve Sibel Yalı (2019).  Gerçekte(N) Öyle Mi Olmuş? Post-Truth Zamanlarda Tarihin Temsili. Yeni İnsan: İstanbul.

Time Magazine (3 Nisan 2017). Is Truth Dead?

Turan, İ. (2019). [Yayın kritiği: Gerçekte(n) öyle mi olmuş? Post-truth zamanlarda tarihin temsili, A. Şimşek ve S. Yalı]. Türk Tarih Eğitimi Dergisi, 8(2), ss. 632-642. DOI: 10.17497/tuhed.638439

Uluslararası Doğruluk Kontrolü Ağı. Erişim (01.11.2017) https://ifcncodeofprinciples.poynter.org/