Mustafa V. Koç Sualtı Arkeolojisi Sempozyumu İstanbul'da gerçekleştirildi
Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfının (TINA) ev sahipliği yaptığı "Uluslararası Mustafa V. Koç Sualtı Arkeolojisi Sempozyumu" Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi'nde iki gün boyunca süren oturumlarla tamamlanırken çok sayıda arkeolog, akademisyen, araştırmacı ve öğrenci oturumlara yoğun ilgi gösterdi.
Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi'nin (ANAMED) Beyoğlu'ndaki binasında düzenlenen; denizcilik ve su altı arkeolojisi alanında uluslararası birçok bilim insanının konuşmacı olarak yer aldığı sempozyuma akademisyenler, araştırmacılar ve öğrenciler katıldı.
Vakfın çalışmaları hakkında bilgi veren bir video gösterimiyle başlayan sempozyumun açılış konuşmasını, TINA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Oğuz Aydemir yaptı.
Aydemir, merhum Mustafa Koç'un, gelecek sene kuruluşunun 25'inci yılı kutlanacak TINA Vakfının en büyük destekçisi ve fikir babası olduğunu söyledi.
TINA Vakfı Sempozyum Bilim Komitesi Başkanı emekli Amiral Metin Ataç da "Bu sempozyumu düzenlememizin iki nedeni var. Birincisi tabii ki dostumuz Mustafa Koç'u anmak, diğeri de gelecek nesillerimize bilgi aktarmak. Bu nedenle saygın ve önde gelen su altı arkeologlarını bu şehirde topladık. Bu sempozyumun çok önemli olduğunu düşünüyorum." ifadelerini kullandı.
Su altı arkeolojisi çalışmaları için bilgi, deneyim, ekipman ve sermayeye ihtiyaç olduğunu söyleyen Ataç, TINA Vakfı olarak bunları sağlamaya çalıştıklarını belirtti.
TINA Vakfı Kurucu Üyesi ve Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi Caroline Koç ise bu sempozyumu 3 yıl önce düzenlenmeyi planladıklarını fakat Kovid-19 salgını sebebiyle yapılamadığını ifade ederek "Burada olmaktan ve Mustafa'nın mirasını bu kurumda devam ettirmekten dolayı çok mutluyum. Çok güzel projelerle yolumuza devam edecek ve her yıl buluşup güzel çalışmalar ve ilginç kitaplar üreteceğiz." dedi.
Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezinde (ANAMED) 16-17 Haziran’da düzenlenen Uluslararası Mustafa V. Koç Sualtı Arkeolojisi Sempozyumu’na katılan ABD’nin Texas A&M Üniversitesi Deniz Arkeolojisi Enstitüsü’nden Prof. Dr. Cemal Pulak, Türkiye su altı arkeolojisinde yaşanan gelişmelere ilişkin açıklama yaparak Türkiye'nin su altı arkeoloji haritasına ilişkin çalışmalar yürütüldüğünü açıkladı.
DEFİNECİLER SU ALTINDA DA DURMUYOR
Karada olduğu gibi su altında da definecilerin talanıyla karşı karşıya kaldıklarını belirten Prof. Dr. Pulak, “Su altında talan daha zor olsa da olduğu kesin. Su altından çıkarılan bir arkeolojik kalıntının tek başına hiçbir değeri yok. Bu kalıntıların birlikte bulundukları yer ve hiç dokunulmamış hali biz arkeologlara bilgi veriyor. Onun dışında troller de arkeolojik batıklara çok fazla zarar veriyor. Bundan 30-40 yıl önce yığın olarak gördüğümüz batıklar ve amforalar trollerin parçalaması sonucunda bugün yok. Koylarda turizmin artması sonucu gemi ve teknelerin demirlemesiyle çapaların verdiği büyük zararlar var. Onun için su altındaki arkeolojik kalıntıların mümkün olduğunca belgelenmesi ve bilim dünyasına kazandırılması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
BATIKLAR DALIŞ TURİZMİNE AÇILIRSA SOYULMAYA MÜSAİT HALE GELİR
Su altı arkeoloji turizminin sakıncaları olabileceğini sözlerine ekleyen Pulak, “Türkiye’de bazı kurallara uymak her zaman mümkün olmuyor. Bu su altında da geçerli. Batıklar dalış turizmine açılırsa soyulmaya müsait bir duruma gelmiş oluyor. Rehberli dalışların bu talanın önüne geçebileceğini söyleyenler de var. Ancak Türkiye’de dalış turizmi yapan gruplar arasında bile büyük bir rekabet var. Bazı gruplar bu batıkları korurken bazıları bunu bir kazanç kapısı gördüğü için fiyat politikasında değişikliğe gidiyor. Bu durum da o bölgeyi koruyan ekibin işsiz kalmasına ve batıkların başıboş hale gelip soyulmasına neden olabiliyor. Bu nedenle batıklar, turizme açıldıktan sonra kontrol mekanizması kurabilmek çok zor. Ama 2nci Dünya Savaşından sonra batmış veya daha sonraki dönemlerdeki batık gemiler, arkeolojik değeri olmadığı için turizme açılmalı. Türkiye’de bunun örnekleri var” açıklamasında bulundu.
YENİKAPI BATIKLARINDA TSUNAMİ ETKİSİ
Yenikapı’da rastlanan 6’ncı yüzyıl batıklarında tsunami etkisi görüldüğünü dile getiren Pulak, “İstanbul Yenikapı’da 37 batık kazıldı. Bunların 8’ini biz kazdık. O batıkların tarihi 5’inci yüzyıldan 10uncu yüzyıla kadar gidiyor. 6’ncı yüzyıla tekabül eden birkaç batığın tsunami etkisiyle zarar gördüğü tahmin ediliyor. Tsunami var ve medeniyetlere etkisi olabiliyor. Kesin olarak tespit etmek zor olsa da Yenikapı’dan alınan örneklerde açık denizde bulunması gereken ufak hücreli foraminfera denilen hayvanların liman içinde bulunduğunu görüyoruz. O da ancak şiddetli bir dalga ile gelmiş olabilir. Tsunami var fakat bu nedenle batmış bir gemi olup olmadığı kesin değil açıklamasında bulundu.
ATLANTİS EFSANESİNİN KIVILCIM PAYI KADAR DA OLSA GERÇEKLİĞİ OLABİLİR
Atlantis’in bir efsane olduğunu söyleyen Pulak, Ama her efsanenin kıvılcım payı kadar da olsa bir gerçeklik payı olabiliyor. Tsunami sonucunda zarar görmüş pek çok kıyı kenti olabilir. Atlantis de belki bunlardan bir tanesi. Bazı araştırmacılar Atlantis’in Yunanistan’ın Santorini Adasındaki bir yerleşim olduğunu düşünüyorlar. Çünkü orada bilinen en büyük patlamalar olduğu düşünülüyor ve hala üzerine çalışmalar yürütülüyor. Kesin olarak tarihi de bilinmiyor. 17’nci yüzyılın sonunda çok büyük bir patlama sonucunda Adanın zarar gördüğünü biliyoruz. Bunun etkileri Anadolu sahillerine, Mısır İskenderiye’ye ve hatta Doğu Anadolu’ya kadar gidiyor. Sonuç olarak Santorini’de bu büyük patlama sonucunda bir medeniyetin yok olduğu arkeolojik bir gerçek. Ancak bunun Atlantis olup olmadığını bilemiyoruz şeklinde konuştu.
ULUBURUN BATIĞINA 11 YILDA 25 BİN DALIŞ GERÇEKLEŞTİRDİK
Kaş yakınlarında bulunan ve M.Ö. 14’üncü yüzyılın sonlarına tarihlenen Uluburun Batığında 1984-1995 yılları arasında kazı çalışması yaptıklarını söyleyen Prof. Dr. Cemal Pulak, “Bu batığa 11 sene boyunca her yaz dalış gerçekleştirdik. Toplamda 25 bin dalış gerçekleştirdik. Bunlardan 22 bin 500ü batık üzerine çalışma dalışıydı. Bildiğim kadarıyla 11 sene boyunca devamlı olarak kazılan en derin batıktı. Mutlaka gözden kaçmış parçalar vardır. Ama biz 11inci sene sonunda bölgeden ayrıldığımızda eksik bir parça görmedik. Şimdi aradan 28 yıl geçti ve on binlerce parçayı birleştirmeye devam ediyoruz ve bazı parçaların eksik olduğunu görüyoruz. Bu parçalar alındı mı yoksa gözden mi kaçtı bilmiyoruz. Çünkü Uluburun Batığı 30 derecelik bir meyilde yer alıyor. Derinliği 62-63 metreye kadar gidebiliyor. Ulaşamadığımız derinlikler olabilir, bilemiyoruz. Şu an batıkla ilgili değerlendirme safhasındayız” bilgilerini paylaştı.
MISIRDA HENÜZ KEŞFEDİLMEMİŞ BİR CAM ATÖLYESİ OLDUĞUNU BİLİYORUZ
Uluburun Batığının değerlendirme safhasında yeni bulgularla karşılaştıklarını dile getiren Prof. Dr. Cemal Pulak, “Son dönemde batıktaki yeni gelişmelerle ilgili bilimsel yayınlar yaptık. Örneğin batığın üzerinde 1 ton kalay külçe var. Batıktaki bu külçeler dünyadaki en eski kalay külçeler olarak karşımıza çıkıyor. Yapığımız analizler sonucu kalay külçelerin bir kısmının Güneydoğu Toroslardan elde edildiğini bir kısmının da Akdeniz’e çok uzak bir bölge olan Orta Asya’dan getirildiğini tespit ettik. Öte yandan batıkta 200 civarında cam külçe var. Tabi bunların hepsi iyi korunmuş halde değil. Korunmuşları üzerinde yaptığımız çalışmalar sonucunda bu cam külçelerin ise Mısırdan geldiğini tespit ettik. Mısırda aynı döneme ait bilinen cam atölyeleri olsa da o atölyelerin camlarından çok farklı bir örneğe rastladık. Bu nedenle Mısırda bugün henüz keşfedilmemiş bir cam atölyesi bulunması gerektiğini biliyoruz. Ayrıca antik dönemde camın nasıl yapıldığını da bu çalışmalar sonucu keşfettik. Bu dönemde cam 3 farklı aşamadan geçerek elde ediliyor. İlk başta eritilen cam dövülerek kum haline getiriliyor ve renklendirme işlemi gerçekleştiriliyor. Bu anlamda cam insanoğlunun yaptığı ilk yapay malzemelerden biri olarak karşımıza çıkıyor” diye konuştu.
Uluburun’daki Batık gemide bulunan malzemelerin dünyanın farklı coğrafyalarından geldiğini tespit etiklerini ifade eden Pulak, “Örneğin Afrika’dan abanoz kütükleri, Sina Çölü’nden devekuşu yumurtaları, Suriye’den fildişi, İsrail’den su aygırı dişleri batıkta rastladığımız diğer materyaller. Böylece o dönemde ticaret ağı hakkında da bilgi sahibi oluyoruz” dedi.
Yorumlar (0)
Facebook Yorumları